30 Mayıs 2020 Cumartesi

Gastronomi popüler kültüre hizmet ediyor

        

 

Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri telefonları elimizden düşürmez olduk ve bu mecralarda her şeyi paylaşır olduk. Sosyal mecralar bu kadar hayatımızdayken belli sektörler de kendilerini daha fazla gösterme gücü buldu. Müzik, moda, güzellik sektörlerinin ayrı görsel şölen sunduğu sosyal medyada bir de yiyecek-içecek kültürü oluştu. Gastronomi ve Mutfak Sanatları bazen bütün inceliğiyle bazen de olağan görkemiyle gösterildi. Elbette bu kadar göz önünde ve sevilen bir sektörden ayrıca yararlanmak isteyenler ve şöhreti böyle yakalayanlar da oldu. Türkiye’den bazı örnekleri ise, artık bütün dünyanın tanıdığı Nusret Gökçe ve onun meşhur tuzlama şekli ‘’Salt Bae’’. Bu ismin yanı sıra şu an yine gündemde olan bir isim daha CZN Burak ve ‘’Smiley Bae’’ ile tanıtılması… Çektikleri videolarla izlenebilirliği arttırmaları ve reklamını çok iyi yapmış olmaları onları dünya çapında tanınan isimler yaptı. Daha sonrasında ve hatta daha öncesinde de kendilerini tanıtmak, yaptıklarını göstermek adına Şefler, Aşçılar, lokanta sahipleri sosyal medyayı değerlendirdi. Farklı olup dikkat çekmek adına hareketler yapan çiğköfteciler, midyeciler ve tostçular da diğer tarafta sosyal medyada varlıklarını gösterdiler. Bu durumlar neticesinde ‘’Gastronomi de popüler kültürün bir parçası mı oluyor’’ diye düşündük ve bunu, genç yaşına rağmen büyük başarılar sağlamış Şef/Yazar Firkan Gülaydın’la konuştuk. Kendisini tanımaktan mutlu olduğum bu genç adam, bütün sıcaklığı ve bilgisiyle bu konu hakkında düşüncelerini ve kendi hayatını bizlere anlattı. Çok genç olmasına rağmen hayatına çok fazla deneyim sığdırmış olan Firkan, aynı zamanda edebiyata olan ilgisini de hiç bırakmadı. Yazmayı hep sevdiğini söyleyen, gazetede, dergide yazmış ve hala Masa dergisinde yazmakta olan Firkan ‘’Yaşamak Mutfağı’’ adlı ilk kitabına aldığı geri dönüşlerle,  edebiyat alanındaki başarısını da sağladı. Bu çok yönlü konuğumla yaptığımız sohbeti yazıya dökerken de keyifle yaptım. Umuyorum ki siz de okurken aynı keyfi alırsınız.

 

Gastronomi senin hayatında ne zaman, nasıl başladı?

12 yaşında mutfağa başladım aslında. Ortaokul ve lise düzeyinde Aşçılık Okulu var Bolu/Mengen’de. Bu şekilde dünyada iki tane okul var, biri de Fransa’da. Ben de ilkokulu bitirdikten sonra direkt ortaokula oraya girdim. Yani 12-13 yaşındayken biz okulda yemek yapıyorduk, o kadar erken başladı. Bir de bizim Bolu/Mengen aşçılığıyla ünlüdür, bununla ilgili festivaller düzenlenir, onun da etkisi var diyebilirim. Küçük yaşta yetişince tabi mesleğe dair her şeyi öğreniyorsun; bütün zorluklarını görüyorsun, stajlara gidiyorsun, Turizm sektörünün içine giriyorsun ve bu sektörde sadece yemek yapmayı değil, hayatı öğreniyorsun, insanları tanıyorsun… O okulu bitirdikten sonra en iyi kararım üniversiteye gitmemek oldu. Şu an Anadolu Üniversitesi’nin açığından devam ediyorum ama o zaman Beslenme Öğretmenliği kazandım. O sıralarda Gastronomi yoktu, karar vermem gerekiyordu öğretmenlik mi yapacağım yoksa sektöre mi gireceğim. Bu işi hiç sevmiyordum aslında, çocukken Belediye Başkanı olmak gibi bir hayalim vardı. Daha sonra 2006 yılında İtalyanlarla çalıştım ve tamam dedim ben bu mesleği yapacağım. Bir de artık restorancılığa geçmiştim. İtalyanlar da daha farklı, bizim gibi değiller daha disiplinliler.

AYAKLARIM HER ZAMAN YERE BASTI

Bolu’da doğdun ne zamana kadar oradaydın, oradan sonra neler yaptın?

17 yaşına kadar Bolu’daydım. Daha sonra Antalya’ya gittim orada çalışmaya başladım. Toplamda 8 yıl orada kaldım ama dönemsel olarak ve belli bölgelerinde çalıştım. Belek, Lara ve Manavgat bölgelerinde çalıştım. Zaten 20 yaşında mutfak şefi oldum ve neredeyse yemek yapmayı bilmiyordum ama bu bir fırsattı değerlendirmeliydim. Kendimi geliştirdim, iyi yaptığım bir şey vardı yemek yapmanın yanı sıra, insan ilişkilerinde çok iyiyim. İnsanlarla diyaloğum çok güzeldir. Şef oldum, 20 yaşındayım çocuğum neredeyse ve babamdan büyük insanlarla çalıştım. Bir aradasın senin diyeceğin lafa bakıyorlar, iş bekliyorlar ama daha sonra ben o saygınlığı kurdum. Çalışmaya devam ettim birçok yerde, Kıbrıs’a gittim, Antalya, Ankara… 25 yaşındayken,  Turizme Yön Verenler İcra Kurulu, o yıl Turizme Katkı Yapanları seçiyordu. Bu bir dizi, hava yolu olabilir, ben orada 2015 yılının en iyi mutfak şefi seçildim. Türk Hava Yolları, Osman Sınav gibi isimlerin olduğu yerde ben de ödül aldım ama benim ayaklarım her zaman yere bastı. Ödül alışım gazetelere falan çıktı öyle olunca bu sefer üniversitelerden davetler gelmeye başladı, seminer yapalım, workshop yapalım diye. Gidiyorum şimdi üniversitelere Türkiye’deki bütün bölgeleri gezmişimdir. Workshop yapıyorum, mesela sabahtan bir grup öğrenci alıp öğleden sonra seminer verip hayat hikayemi anlatıyorum. Mutfak kısmı bu şekilde devam etti. Yazarlık hayatım ilk Mevsimsiz Yayınevi’nde başladı. 1.5 yıl da Milliyet gazetesinde yazdım, köşemde Gastronomi üzerine yazıyordum, Sonra bana çok mecburi geldi sadece Gastronomi üzerine yazmak. Mesela şu an Masa dergisinde yazıyorum konu serbest, hayali karakterler yaratıyorum, bir dünya yaratıp yazıyorum. Milliyet’te ise hep Gastronomi yazmak zorundasın her hafta her hafta… Akademik bir şeye dönüşür gibi oldu ve bıraktım. Bir de çok yoğun çalışıyordum zaten ara verdim. Dergi devam ediyor. O arada bir kitap olsun istedim. Kitap çıktı, okuyucu da biriktirmiştim zaten dergi sayesinde. O kitabı da yaşamak istedim yazma ve yayın süreci… Bir de bu devirde kitap çok zor artık çıkarmak, basmak, dağıtmak yani her şeyi. Kitap da 4.baskıya giriyor, Türkiye’de kitap para kazandırmıyor zaten. Ben özellikle kimseyle anlaşıp reklam da yapmadım. Üniversiteye davet ediyor hocalar, kitabını da getir diyorlar ama bana çok ticari gibi geldiği için götürmüyorum. İsteyen gidip alabilir ben ticaretini yapar gibi çocuklar bu benim kitabım alın demek istemiyorum. O bir taraftan devam ediyor, dergi devam ediyor. Çocuk kitabına başladım çünkü çocuklar için de bir şeyler bırakmak istiyorum. Yaşamak Mutfağı kitabım gibi ama mesela D&R benim kitabımı ‘’kişisel gelişim’’ e koydu ama ben kişisel gelişim olsun diye yapmıyorum. O konuda kendimi kategorize etmiyorum. Bir de kişisel gelişim kitapları şöyle ‘’böyle davranın, şöyle olun’’ gibidir ya ben öyle yapmıyorum. Ben öyküler anlatıyorum, yaşamdan hikayeler anlatıyorum aslında ben bir hikaye anlatıcısıyım. Hikayelerimin içine bir takım çıkarımlar koyuyorum, insanların anlayacağı ve göreceği farkındalık yaratan. Mesele depresif yazmıyorum, depresif hiçbir şekilde sevmiyorum. Benim kitabımı okuyan insanların mutlaka bana dönüşü olur, ‘’moralim bozuktu sizin yazdıklarınızı okudum daha sonra kendime geldim. Acı çekiyordum acılarımı unuttum’’ şeklinde. Çocuk kitabı da ‘’doğa ve çocuk’’ diye. Ben çocuklara hep şunu söylüyorum; doğa gibi olmak gerek. Doğada gerilim, endişe, telaşe yoktur ve her şey olduğu gibidir. İnsanlara bakınca insanlar telaşlı, her gün bir korku, endişe var. Çocuklara da doğa gibi olmaları gerektiğinden, çocukla sincabın arkadaşlığı gibi doğayı anlatıyor. Masal kitabı ama içinde böyle güzel mesajları olan bir kitap. İnşallah bir an önce çıkacak. Aslında zaman benim için önemli olan. Birçok şeyi kafamda yazıyorum mesela roman benim kafamda, bütün sayfalarını yazmış durumdayım kafamda. Oturup yazıya dökmek biraz zor.

Kafamda yazıyorum dedin, yazıya aynı şekilde geçirebiliyor musun? Nasıl oluyor?

Değiştirdiğim de oluyor, akışın farklı geliştiği zamanlarda. Örgü gibi aslında geliyor, gelişiyor kendiliğinden. İlham gelsin diye bekleyenlerden değilim, restoranın ortasında, yoğunluğun ortasında, oturup kahve içerken yazabiliyorum. Allah’tan hiç öyle sessiz olsun, köşeme çekileyim bir şeyim yok. Ben yolculukları çok seviyorum, çok seyahat ediyorum. Yoldayken de yazıyorum mesela Masa dergisinin çoğu hikayesini yolda yazmışımdır.

TÜRKİYE’NİN %3’Ü TELEVİZYONDA GÖRDÜĞÜNÜZ ŞEFLERDEN

Gastronomiye tekrar dönersek, sence Gastronomi popüler kültüre hizmet etmeye başladı mı? Nusret, CZN Burak gibi isimler çok popüler, sen ne düşünüyorsun?

Kesinlikle popüler kültüre hizmet etmeye başladığını düşünüyorum. Mesela ben Şefim ama benim profilimde yemek fotoğrafı falan görmezsin, softur aşçı olmama rağmen. Hiç aşçı olmamasına rağmen insanların profili yemeklerle dolu çünkü beğeni alsın diye. Bir ev hanımı diyet yaptı, diyet kurabiye, vegan yemekler paylaşımı. Kesinlikle popülarite için.  MasterChef diye yarışma programı çıktı, gastronomiyle hiçbir alakası yok zaten Acun Medya’nın bir profili vardır; bir tane şiveli adam vardır, bir tane hayat hikayesi olan bir kadın vardır, bir tane çok güzel bir kız vardır, bir tane art niyetli birisi vardır. Bunun da amacı rayting artsın diye. MasterChef’ te yabancı formattan alma zaten. Amerika’da bir tane Jounior Chef diye bir program var; 7-8 yaşında çocuklar yemek yapıyor ve inanılmazlar. Büyükler için versiyonu da var o tamamen profesyonel artık. Çıkardıkları tabaklar, yemekler hepsi zirve. İnsanlarda şef olursan çok kazanırsın, meşhur olursun algısı var. Türkiye’de %3 televizyonlardaki şefler gibi para kazanıp, öyle bir hayat yaşıyor.

Peki onlar çok göz önünde olduğu için mi öyle zannediliyor? Eskiden böyle bir algı yoktu ve şimdi var bunu neye bağlarsın?

Seminerlerde de anlatıyorum, bundan 10 sene önce anne-babalar çocuğu aşçı olsun ister miydi? Kimse istemezdi, hukuk okusun o olsun bu olsun derdi ama şimdi aileler çocuklarını özle aşçılık okullarına, yurtdışına gönderiyor, para veriyor. Üste para harcayıp aşçı olmak istiyor. İşte Gastronominin gelişimi de bu örnekten baz alınabilir. Şimdi insanlar para harcıyor ki çocuğum şef olsun diye. Tabi bu gelişim çok güzel bir şey ama bu gelişim olurken de çok hata yapıyoruz. Meysa diye bir mutfak okulu var İstanbul’da, özel bir aşçılık okulu. Paralar harcıyorlar oraya, 6 aylık bir eğitim veriliyor. Sanıyor ki 6 ayın sonunda Süperman gibi her şeyi bilerek çıkacaklar. Bu meslek için insanlar yıllarını veriyor, 6 ay sonra şef olmayacaksın ama algı o şekilde. Diplomayı veriyor sana, şefsin diyor çocuk piyasaya giriyor ben şefim diye işveren de eğitim almış diye mutfağını emanet diyor. Menü planlama, mutfağın kurulumu, teknik detaylar bilmiyor. Sonra ne oluyor? İşyeri batıyor. 6 ay sonra başka bir yerde açıyor ve yine batıyor bu hatalar yüzünden. Bir şef mutfak inşaat halindeyken her şeyi kafasında kurgulayabilmesi lazım. Tezgah nerede duracak, depom nerede olacak, su deposu nereye koyulacak… Bir mutfaktan verim en iyi nasıl alınabilir gibi detayları şefin yapabiliyor olması lazım. Şef eskiden sadece yemek yapandı ama şimdi aynı zamanda psikolog müşterinin ve personelin psikolojisini anlaması lazım. Yeri geliyor üniversite mezunu insanlarla, yeri geliyor ilkokul mezunu insanlarla çalışıyoruz. Muhasebe bilmemiz lazım, alım-satım hesaplarını bilmemiz gerekiyor. Fizik bilmemiz lazım, buharlaşmalar,   yoğunlaşmalar vs bilinmeli. Daha sonra gurme olmamız lazım, damak tadının Aynı zamanda restoranı, barı bilmemiz lazım. Artık bu devirde sosyal medyayı hakim kullanıyor olmamız lazım. Restoranın reklamını yapmak açısından.

BİR SANAT TOPLULUĞU OLUŞTURDUK

Gastroedebiyat kulübü kurdun, onun serüveni nasıl başladı?

-Aslında benim Mutfak-Sanat-Edebiyat diye bir sayfam vardı. Hem mutfak hem edebiyat adına iki yönlü olduğum için. Sonra dergi çıkarıyorduk arkadaşlarla, bu ikisini birleştirip sanat kulübü kurmayı düşündüm. Yazarlar olsun, psikologlar olsun, şefler olsun. Bu karışımdan çok güzel şeyler doğacağını düşündüm, bir şefle bir yönetmenin sohbet etmesi gibi. Sanatın her dalı vardı; yazarlar, şarap uzmanları, şefler, öğrenciler, tiyatrocular… Birçok kitleden vardı. Biz 24 sayı e-dergi oluşturduk yani sanaldan dergi yaptık. Onun dışında da bu toplulukla köy okullarına kütüphaneler kurduk. 17 tane okula kütüphane kurup, kitaplar gönderdik. Tek başımıza değil tabi insanlar destek oldu, kitap gönderdiler. Buna öncü olduk, amacımız da buydu ona hizmet etmekti. Sergi açtık Ankara’da, yenilebilir-takılabilir sanat. Gelirini yine kız çocuklarını okutmak için olan projeye bağışladık. Kulüp devam ediyor ama çok aktif değiliz. Herkes yoğun, dergiyi de bitirdik her şeyini ben yapıyordum. İletişimimiz devam ediyor zaten hepsiyle arkadaş olduk. Bu birliktelikten 2-3 tane kitap çıktı, tiyatro oyunları çıktı, çok güzel şeyler ortaya çıktı. Bir kültür mozaiği oluşturmak istedim ben, o da güzel sonuçlar doğurdu.

Yazarlık hayatın nasıl başladı?

İlk kendi bloğumla başladım. Mevsimsiz Yayınevi’nde 10 sene yazdım. Yerel gazete vardı ama çok amatördüm tabi. Çocukluğumdan beri aslında içini dökme, yazma isteğim vardı. Yazarlıkla ilgili bir eğitimim yok ama çok kitap okuyorum, kitapları teknik açıdan okuyorum. Mesela arkadaşım okuduğum kitabın konusunu soruyor, konusunu bilmiyorum diyorum ben tam olarak teknik açıdan bakıyorum. Hangi bakış açısıyla yazmış nasıl bağlamış. Kendi tarzını nasıl yaratmış, bu yazarlarda olması gereken bir şey, birçok kişi bunu yapıyor. Mesela Zülfü Livaneli’nin tarzı vardır, Orhan Pamuk’un tarzı vardır. Ben de işte deneye deneye üslubu oluşturuyorum ki insanlar Firkan Gülaydın yazısı diyebilsinler.

ASLINDA HAYAT BİR MUTFAKTIR, İNSAN PİŞER İÇİNDE

Yaşamak Mutfağı kitabı nasıl oluştu, ne anlatmak istedin bu kitapta?  

Yaşamak Mutfağı, benim parça parça yazdığım öykülerden oluşuyor. Ben şöyle diyorum; aşçı olduğum için hayata biraz mutfak penceresinden bakıyorum. Aslında hayat bir mutfaktır ve insan pişer içinde. Buradan yola çıktım, herkes kendi yaşamak mutfağının şefidir. Mutfağınızı ne kadar güzel yönetirseniz, o kadar güzel bir yaşamınız olur. İçinde ‘’Kimliksiz Sevebilmek’’ diye bir yazım var, severken kimlikleri kaldırmamız lazım. ‘’ Zihinsel Esaret’’ diye bir yazım var, bu popüler kültüre takıntı, aslında zihinsel olarak bir esaret yaşıyoruz. Amacım insanlara ilham olmak. Kitabın ilk cümlesi de şudur: ‘’Aslında yazdıklarım banadır’’ aslında birçok şeyi kendime yazıyorum siz bahanesiniz diyorum okuyucuya. Her yazdığımı ben de yeri geliyor yapamıyorum, aslında kendime de öğütler veriyorum gibi. Birçok hikayeden oluşuyor ama hepsini birleştirdiğinizde yaşama dair mesajlar diyebiliriz.

Kitaba geri dönüşler nasıl oldu, ne dedi insanlar?

Çok güzel oldu. Dergiden de okuyucu kitlem olduğu için biraz da onların baskısıyla kitap çıktı. Kitap bekliyoruz, kitap ne zaman çıkacak diye sorarlarken ben de hazır değildim. Biraz birikim yapmam gerekiyor diye düşünüyordum ama sonra elime o kadar kötü kitaplar geçti ki… Bu kadar kötü şeyler varken dedim, hak ediyorum benim de bir kitabım çıksın en azından köşede durur, tepkilere bakarım, hatalarımı görürüm. Tabi ki hatalarım da oldu, şunu şöyle yapsaydım dediğim ama görmüş oldum. Biraz tecrübe kazandırdı, en azından bir kitabım var, insanlar ulaşabiliyor ve her kütüphanede olması gerekiyor gibi inanılmaz dönüşler var. Aynı zamanda tekrar tekrar okunabilecek bir kitap. İnsanlar altını çizdikleri yerleri fotoğraf çekip gönderiyorlar. Tam olarak emeğimin karşılığı insanların geri dönüşleri. Maneviyat kısmı açısından beni hedefime götürdü.

ÇOK ÇALIŞMALARI GEREKİYOR

Turizm Fakültelerinde seminerlere gidiyorsun, nasıl geçiyor?

Genelde Turizm Fakültelerine gidiyorum Gastronomi için ama ODTÜ’ye de gidiyorum. ‘’Bireysel Gelişim Günleri’’ oluyor, orada da kişisel gelişimle ilgili konuşuyorum. TEdX tarzında konuşmalar yapıyoruz. Tema belirleniyor, o temaya göre konuşmalar yapıyorum. Mesela ben bir kere ‘’hayalet’’ temalı bir kere de ‘’cesaret’’ temalı yaptım. Cesaretle ilgili yazılarım kitabımın içinde de vardı zaten. ODTÜ kısmı böyle işte ama genelde Turizm Fakültelerine gidiyorum tabi.

Öğrenciler en çok neyi merak edip soruyor?

En kısa yoldan şef olmak istiyorlar. Hiç emek harcamayayım, bir an önce şef olayım diyorlar. Ben de çok çalışmaları gerektiğini söylüyorum, kendilerini geliştirmeleri gerektiğini… Daha sonra otelde mi devam edeyim restoranda mı diye soruyorlar. Yurtdışına nasıl gidebilirim sorusu en çok sorulanlardan. Ne Gibi zorluklarla karşılaştınız ve özellikle kadınların Mutfakta hep ikinci planda gibi olmaları hakkında. Ben staja gittim, hiçbir şey öğrenmedim diyorlar, aslında çok şey öğreniyorlar. Nasıl bu kadar genç yaşta başarılı oldunuz gibi sorular soruyorlar.

 SİZ KADINLARIN BİZDEN HİÇBİR EKSİĞİ YOK

Biliyorsun bizim toplumumuzda evde yemek görevi kadına verilir ama genelde şefler erkek. Otel, restoran mutfaklarında daha egemen görünüyorlar. Bunu neye bağlarsın? Sektörde kadın şef oranı gerçekten az mı?

Kadın şef oranı az bu da şu yüzden; bizim okulda 400 tane erkek öğrenci vardı, 4 tane kız öğrenci vardı o dönemler. Şimdi biraz daha fazla ama insanlar kızlarını staja göndermek istemiyordu; Antalya’ya, Manavgat’a, Bodrum’a vs. Hadi diyelim gitti, çok da iyi aşçı mezun oldu, evlendiği zaman kocası istemiyor. Yoğun çalışıyor, geç saatte çıkıyor… Aslında toplumsal bir baskı. Kadının çocuğu oluyor, ara veriyor ve mutfak sert bir sektör sert olması gerekiyor. Çok başarılı kadınlar da var. Birçok yerde Avrupa’da da kadınlar bu alanda ön planda değil. Mesela benim bir tane kadın pastane şefim vardı, yoğun çalışıyorduk. Evliydi, çocuğu vardı ona senin için sıkıntı oluyor mu diye sordum, benim için sorun olmuyor eşim memur çocukla o ilgileniyor demişti. Akşamda çocuğuyla birlikte eşi, onu almaya geliyordu. Çok şaşırmıştım, Türk toplumunda çok fazla görmediğimiz şeyler. Bir gün dedim ki nasıl böyle oldunuz, eşiyle de tanıştım harika bir karakter ve uzun yıllar yurtdışında yaşadıklarını öğrendim. Türkiye’de evlenen biraz daha kendini arka plana atıyor. Kadınlar daha çok pastacılıkta ilerliyor. Daha kolay, sabah çalışılabilir bir iş çünkü bir pastacılık var bir kıyma çekmek gibi güç gerektiren bir şey. Kadın-erkek eşitliğini savunan bir insanım ben. Burada en çok görevde kadına düşüyor. ‘’Susan Kadın’’ diye bir yazım vardı, orada yazmıştım, kadın kocam gelişsin arka planda kalırım diye düşünebiliyor. Beyim ne derse o olur diyen susan kadınlar yüzünden diğer kadınlar da zarar görüyor. Hukuksal açıdan tamam eşitiz ama sosyolojik açıdan öyle değil. Ben her mutfağımda mutlaka kadın personelle çalışırım ve aman sen bunu kaldıramazsın diye kolay iş vereyim yapmadım ki kendine güveni gelsin. Siz kadınların bizden hiçbir eksiğiniz yok.

Peki erkekler daha iyi aşçıdır algısı var ya, sence bu nasıl bir ayrım var mı?

Bunun kadını-erkeği yok. El lezzetiyle alakalı. Araba kullanırken de kadınlara laf atılır ama baktığın zaman o kadar çok kötü kullanan erkek var ki… Ama işte biraz da psikolojik, aldı o yönde mutfakta da o yönde olmuş. Aslında kadınların elleri daha yatkındır, çocuk yaşta mutfakta annelerine yardım ederler, daha hâkimler aslında.

KENDİ MUTFAĞIMIZA HÂKİM OLAMIYORUZ

Türkiye’nin Gastronomi seviyesi sence ne durumda?

Neyle kıyasladığımıza bağlı, dünyada kıyaslarsak çok çok gerideyiz. Bizim kendi mutfağımız tanınma aşamasında yok. Avrupa, şiş kebap biliyor bizim sadece binlerce çorbamız var. Osmanlı mutfağında şerbetlerimiz… Osmanlı mutfağında salyangoz bile pişerdi. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak deyimi oradan çıkmıştır. Osmanlı mutfağında ahtapot vardı deniz ürünleri vardı. Birçok yere hâkimlerdi, birçok kültür vardı içinde. Açık büfe oteli düşün; isimlikler vardır ya İngilizce isimler yazar. Biz mantı koyuyoruz Kayseri mantısı, oraya Turkish ravioli yazıyoruz. Mantı mantıdır yani. Pide yapıyor insan Turkish Pizza yazıyor. Bu sefer çakma duruyor, İtalya’nın çakması gibi orijinal görünmüyor. Kendi mutfağımıza hâkim olamıyoruz. Öğrenciler okullarda bulgur pilavı yapmayı öğrenmek istemiyor ama bir risotto dediğin zaman keyifleniyorlar. Avrupa’nın her şeyi bize cazip geliyor, bu yüzden ilerleyemiyoruz. Kültürümüze yönelik yazılı kaynağımız çok yok. Adamların 200 yıl öncesine ait yemek kitapları var, yemek kültürü seyahatnamesi var, bizde yok. Olan da nasıl biliyor musun İngilizce kaynaklardan çeviri yapmış, koymuş kitap çıkarmış.

Aslında sen Bolu’daydın, Bolu yemek kültürü olan bir yer değil mi?


Kesinlikle öyle. Bolu eğitim anlamında iyi bir yer. 86 yılında yemek anlamında profesyonel bir okul kuruluyor. Daha o zamanlar Gastronomi yok, insanlara Gastronomi dediğinde gastrit mi diyorlardı, algı oydu kimse bilmiyordu. Şu an orada yüksekokul var, fakültesi var ve ilçe tamamen aşçı. Sokakta aşçı elbisesiyle gezen insanlar var, okula giden öğrenciler var. Çok keyifli ama şu an üniversitelerde de çok iyi bir Gastronomi eğitimi verilmiyor. Öğretmenler yemek yapmayı bilmiyor ki. 4 yıllık Gastronomi ya da Gıda Mühendisliği bitirmiş, 60 gün stajını yapmış ama 60 gün stajda bir insan ne öğrenebilir ki? Sonra gitmiş formasyon almış, KPSS’ye girmiş atanmış. Otel tecrübesi yok, hamur işleri dersine giren öğretmen hamur açmayı bilmiyor. Sonra da öğrenciye hiçbir şey öğretemiyorlar. Düzenleme gelmesi lazım, devlet nezninde de, belki 2 yıl eğitim 2 yıl iş hayatında çalıştırma gerekebilir. Mersin Üniversitesi Gastronomi bölümü açıyor, ilk 2 yıl mutfak yok. Çünkü; bölümü açıyormuşsun, dilekçe yazıyormuşsun bilmem ne oluyormuş bütçe geliyormuş. 2 yıl öğrenci var bu okulda! Süleyman Demirel Üniversitesi’ne gittim, ben geldim diye Migros’tan bir şeyler almış çocuklar, boş bir alana da tüp koymuşlar yemek eğitimi vereceğiz orada… İmkanlar kısıtlı değil ama çocukları sektöre güzel hazırlamıyorlar. Aslında daha çok akademisyenliğe hazırlıyorlar. Ben çocuklara hep okuldaki eğitiminizle kalmayın, bir otel restorana gidin çalışın, para pul önemli değil diyorum. Her şeyi pratikte öğreniyorsun. Bıçak kullanmayı kağıt üzerinde öğrenemezsin.

 POPÜLER OLMAK BAŞARILI OLMAK DEĞİLDİR

Gastronomiye olan ilgi son zamanlarda mı arttı?

Kesinlikle öyle, televizyon programlarının da etkisiyle şu an bütün çocuklar aşçı olmak istiyor. Keyifli geliyor onlara, popüler ve ön planda, parası güzel bir de öyle bir algı var. Şef olunca direkt ünlü olacaklarını düşünüyorlar ama ülkenin %3 sadece öyle ve bu sefer çocuk hayal kırıklığına uğrayacak. Ben 200 kişinin olduğu seminerde sadece 5 kişi şef olacak diyorum. Çünkü şef olamazsam mutsuz olurum kafasına girmelerini istemiyorum. Aşçıyken de mutlu olabilirsin, pastacıyken de mutlu olabilirsin ama algı o işte şefsen her şey tamam. Asıl mutfağı sevmek gerekiyor ve bunun maddi-manevi karşılığı oluyor. Bir şekilde o pozisyonda olman gerekiyorsa geliyorsun zaten. Bakıyorum ama konuma geliyor, 6 ay sonra yok ortada geziyor. Psikolojik olarak çöküş yaşıyor, o yüzden iyi hazırlanmak lazım.

Aslında eskiden de vardı yemek programları, o zamanlar niye bu kadar ilgi çekmemişti?

O zamanlar vardı ama kanalda bir tane vardı. Bir Oktay Usta vardı, o kadar. O da zaten profesyonel bir eğitim vermiyordu. Türkiye’deki hiçbir kanal profesyonel bir eğitim vermiyor. Bana herkes şef bir YouTube kanalı aç diyor, ben YouTube kanalı açsam eğitim kanalı açarım. Part part makarna yapımı, sos yapımı gibi temel eğitim videoları gibi. Bunları öğrencilerin göreceği videolar, programlar yok Dha çok ev hanımlarına dolma yap gibi programlar vardı. Profesyonel olarak Türkiye’de hala eğitim programı, kanalı kesinlikle yok.

İyi şef popülaritesi olan şef midir?

Hayır, kitapta da vardı bu bölüm, popüler olmak ve başaralı olmak arasında fark var. Yazının ikinci kısmı şöyle geliyor; güzel olmak ve çıplak olmak arasında fark var. Biz o ayrımları yapamıyoruz. 100 bin takipçisi olana başarılı diyoruz, o başarılı değil ki popüler. Ne şefler var… Tevazu sahibi insan, o doymuş insan buna takılmaz. Mesela bir hoca ünlü şefi davet diyor, çocuklara yemek yapsın diyor ama yemek yapmayı bilmiyor. MasterChef’te bir tane jüri var, gittiği her otelden kovulmuş bir adam, hiçbir başarısı yok. O yüzden ünlü olmayıp başarılı olan o kadar insan var ki. İkisi bir arada olan yok mu tabi ki var. Hem başarılı hem popüler insanlar var ama geri kalanı hep şişirilmiş. Ben öğrencilere bunu ayırt edin, kendinize idol alacağınız insan başarılı olması lazım, bakın bu insanın elde edilmiş ne başarısı var diye, sosyal medyada video çekmekle başarılı olunmuyor.

Son olarak, Türkiye mutfak sanatları açısından turizmde nasıl?

Ben yine Milliyet’te yazmıştım, şefler kültür elçisidir diye. Şefler kültürü yansıtır; konuşması, üslubuyla, yaptığı yemeklerle… Eskiden savaşta bir ülkeye girecekse bir toplum alınacaksa önce oraya yemek kültürü aşılanırmış çünkü kültür yemekten başlıyor. O yüzden çok önemli bir yeri var yemek sektörünün turizmde. Şeflerin rolü bu noktada çok büyük. İnsanlar yemek yemeye Gaziantep’e gidiyorlar, yurt dışından gelip gidiyorlar Antep bir yemek şehri olmuş artık. Bütün ülke genelinde de yemek fuarı, turizm fuarı görüyoruz ve şehre de kazandırıyor. Aslında mutfak her yerde ve her şehirde var. Bunu turizme de uyarladığımızda ülke olarak daha çok tanınıp, kültürümüzü tanıtabiliriz.


2 yorum:

Dijital hikaye

  https://docs.google.com/presentation/d/1tF1btW4BNU5FqQ9NVLFC972vNXF80uXLlDQeItm7uvI/edit?usp=sharing